Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 68
  • Öğe
    Polisitemia vera hastalarında makula ve optik sinir başı mikrovaskülatürünün optik koherens tomografi anjiografi ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Ekici, Emre; Okka, Mehmet
    Amaç: Polisitemia vera (PV) hastalarında makula ve optik sinir başı mikrovaskülatürünün, optik koherens tomografi (OKT) ve anjiyografi (OKTA) ile değerlendirilmesi, kan tetkikleri ile birlikte sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’ne göz muayenesi için Temmuz 2022-Haziran 2023 tarihleri arasında başvuran hasta ve sağlıklı kontrol grubunun verileri değerlendirildi. 18-60 yaş aralığında PV dışında sistemik hastalığı bulunmayan, optik disk ve retinada patoloji saptanmayan 37 hastanın iki gözü ve 30 sağlıklı kontrol grubunun iki gözü çalışmaya dahil edildi. Hastalara tam bir oftalmolojik muayene ve kan tetkiki yapıldı; Biyomikroskop ile ön segment ve fundus muayenesi, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), göz içi basıncı, OKT ve OKTA ölçümleri yapıldı. Toplanan veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences) 18.0 paket programı ile analiz edildi. Tüm testler için istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya PV tanısı olan 37 hastanın 74 gözü, 30 sağlıklı kişinin 60 gözü dahil edildi. PV hastalarının %78.4’ü (n=29), kontrol grubunun %40.0’ı (n=12) erkekti. Yaş ortalaması hasta grubunda 47.11 ± 12.67 yıl, kontrol grubunda 41.90 ± 10.34 yıl olarak tespit edildi. Yaşın gruplar arasında dağılımı istatistiksel olarak benzer bulundu (p=0.064). Hematolojik parametrelerden hemoglobin (Hb) ve hematokrit (Hct) düzeyleri hasta grubunda, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek V bulundu (p<0.001). Albumin ve total protein düzeyi hasta ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak benzer tespit edildi (p>0.05). Hasta ve kontrol gruplarına ait gözler arasında EİDGK, foveal avasküler zon (FAZ) alanı ve koryokapilleris akım alanının dağılımında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir fark izlenmedi (p>0.05). Yüzeyel kapiller pleksus (YKP) vasküler dansite (VD) (%) değerlerinden tüm alan (p=0.001), superior yarı (p=0.024), inferior yarı (p<0.001), parafovea (p=0.004) ve perifovea (p=0.002) hastalara ait gözlerde kontrol grubundaki gözlere kıyasla daha düşük tespit edildi. Derin kapiller pleksus (DKP) VD (%) değerlerinden tüm alan (p<0.001), superior yarı (p<0.001), inferior yarı (p<0.001), parafovea (p<0.001) ve perifovea (p=0.006) hastalara ait gözlerde kontrol grubundaki gözlere kıyasla daha düşük tespit edildi. DKP VD (%) parafovea (r=-0.287, p=0.001) ve temporal perivoea (r=-0.196, p=0.024) değerleri ile Hct düzeyi arasında negatif yönde korelasyon olduğu bulundu. Radyal peripapiller kapiller pleksus (RPKP) VD (%) değerlerinden tüm alan (p<0.001), peripapiller (p=0.001), superior yarı (p=0.001), inferior yarı (p=0.017), nasal superior (p<0.001) ve temporal inferior (p=0.027) sonuçları, hastalara ait gözlerde kontrol grubundaki gözlere kıyasla daha düşük bulundu. RPKP VD (%) tüm alan değeri ve Hct düzeyi arasında negatif yönde korelasyon olduğu bulundu (r= -0.415, p<0.001). OKT değerlerinden santral maküler kalınlık, temporal parafovea, superior parafovea, nazal parafovea ve inferior parafovea ölçümleri hasta grubunda, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek belirlendi (p değerleri sırasıyla; p=0.001, p=0.008, p=0.016, p=0.002, p=0.008). Retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlıklarından temporal inferior ölçümleri hasta grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük kaydedildi (p=0.020). Diğer RSLT ölçümü sonuçlarının dağılımında istatistiksel fark belirlenmedi. RSLT ile RPKP VD (%) değerleri arasında pozitif yönde korelasyon tespit edildi (r=0.491, p<0.001). Sonuç: PV hastalarında OKTA verilerinden YKP, DKP, RPKP VD değerlerinin azaldığı bulundu. OKT verilerinden santral maküler ve parafovea kadranlarının daha kalın olduğu bulundu. RSLT ölçümünde temporal inferior alanda incelme olduğu tespit edildi. Hct seviyesi ile DKP ve RPKP arasında negatif yönde korelasyon olduğu tespit edildi. Foveal avasküler bölge ve koryokapillaris akım alanı değerlerinde gruplar arasında farklılık olmadığı izlendi. PV hastalarında görülen Hct yüksekliği, oküler yapıları mikrovasküler düzeyde etkilediği düşünüldü. Hastalığın oküler etkilerinin tespiti için OKT ve OKTA görüntüleme tekniklerinin kullanılması mikrovaskülatür üzerindeki değişikleri gösterebilir. Yeni yapılacak çalışmalarla birlikte OKTA, PV hastalarında yapılacak oftalmolojik incelemenin bir parçası olabilir.
  • Öğe
    Ratlarda IL-1 antagonistinin korneal vaskülarizasyon üzerine inhibitör etkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Teke, Türkan Özge; Zengin, Nazmi
    Amaç: Çalışmanın amacı, deneysel korneal kimyasal yanık modellemesinde IL-1 reseptör antagonistinin korneal neovaskülarizasyon üzerine etkisini göstermektir. IL-1alfa reseptör antagonistinin (IL-1ra) etkisini kontrol grubu, plasebo grubu ve bevacizumab grubu ile karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları laboratuvarında 40 adet Wistar Albino cinsi dişi 8’erli ratlar 5 gruba ayrıldı. Ratların her iki göz kornealarına gümüş nitrat çubuk uygulanarak kimyasal yanık modellemesi ile korneal neovaskülarizasyonlar elde edildi. Grup I kontrol grubu olup tedavi almadı. Anestezi altında 1. ve 5. gün subkonjonktival olmak üzere Grup II 0.1 ml serum fizyolojik, Grup III 0.25 mg/0.1ml IL-1a reseptör antagonisti, Grup IV 2.5 mg/0.1 ml IL-1areseptör antagonisti, Grup V 2.5 mg/0.1 ml bevacizumab uygulanmıştır. Rat korneaları 14. günde eksize edilip sağ gözleri patolojik incelemeye, sol gözleri biyokimyasal ELISA incelemesine gönderilmiştir. Patolojik incelemede hematoksilen & eozin, CD 34 ve IL-1 alfa boyanması ile inflamatuar ve damarsal parametreler mikroskobik olarak incelenmiştir. Biyokimyasal ELISA testinde ise IL-1 alfa, Transforming Büyüme Faktörü (TGF-B), Tümör Nekrozis Faktör (TNF-a), Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü (VEGF), Malondialdehit (MDA) düzeyleri ölçülmüştür. Elde edilen veriler istatiksel olarak incelenmiştir. Bulgular: Çalışma grupları arasında Grup I ratlarda IL-1α düzeyinin Grup III, Grup IV ve Grup V ratlara kıyasla daha yüksek olmasından kaynaklı bir fark tespit edildi (p değerleri sırasıyla; p=0,001; p=0,001; p=0,001). VEGF düzeylerinin dağılımında Grup IV ratlarda ölçülen VEGF düzeyinin Grup I, Grup III ve Grup V ratlara kıyasla daha düşük olmasından kaynaklı anlamlı bir fark izlendi (p değerleri sırasıyla; p=0,003; p=0,040; p<0,001; p<0,001; p=0,005; p<0,001). Bu sonuçlara göre en düşük ortalama VEGF değeri 101,08 olup Grup IV’te tespit edilmiştir. Patolojik incelemede ise Grup IV ratlardaki inflamatuar membran oranı Grup II ve Grup V ratlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulundu (p değerleri sırasıyla; p=0,041; p=0,005).Fibroblast proliferasyon düzeyinde Grup II ratlarda, Grup III ve Grup IV ratlara göre daha yüksek olmasından kaynaklı istatistiki bir fark bulundu (p değerleri sırasıyla; p=0,030; p=0,045). Damarsal v yapılaşma değerlendirildiğinde Grup I ratlardaki damarsal yapılaşma düzeyinin Grup IV ve Grup V ratlara göre daha yüksek, Grup II ratlarda Grup IV ratlara göre daha yüksek olduğu görüldü (p değerleri sırasıyla; p=0,015; p=0,030; p=0,045). Damarsal yapılaşma ortalama skoru 1,5 değeri ile en düşük Grup IV’te izlendi. Grup Sonuç: Bu çalışmada korneal kimyasal yanık modellemesinde subkonjonktival IL-1α reseptör antagonistinin IL-1α ve VEGF düzeyini düşürdüğü ELISA ile gösterilmiştir. Korneaların patolojik incelemesinde fibroblast proliferasyonunun, inflamatuar ve vasküler yapıların azalmış olduğu görülmüştür. Sonuçlar karşılaştırıldığında IL-1α reseptör antagonistinin antianjiogenik etkisi bevacizumab grubuna kıyasla daha yüksek oranda izlenmiştir. IL-1α reseptör antagonisti inflamasyona sekonder oluşan korneal neovaskülarizasyonlar üzerinde inhibitör etkiye sahiptir.
  • Öğe
    Polikistik over sendromu olan hastalardakornea katmanlarının konfokal mikroskop ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Baloğlu, Rüveyda; Özkağnıcı, Ahmet
    Amaç: Polikistik over sendromu (PKOS) tanılı hastalarda kornea tabakalarında meydana gelen değişiklikleri konfokal mikroskop ile değerlendirmek ve göz yaşı düzeyindeki değişiklikleri ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: Meram Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğinde PKOS tanılı 41 hasta ve 22 sağlıklı olgu kontrol grubu olarak çalışmaya dâhil edildi. Olguların tek gözü değerlendirildi. Tek merkezli, prospektif bir klinik araştırma olarak gerçekleştirildi. Tam bir oftalmolojik muayeneden sonra, hastalara oküler yüzey hastalık indeksi anketi (OYHİ) uygulandı. Zaman aralıkları en az bir saat olacak şekilde sırayla gözyaşı kırılma zamanı (GKZ) ve Schirmer-I testi yapıldı. İn vivo Konfokal mikroskopla (IVKM) kornea tabakaları değerlendirildi. Automated CCMetrics software, v 2.0 programı (University of Manchester, UK) ile sinir lifi analizi ve bu kesitlerden manuel sayımla dentritik hücre analizi yapıldı. Elde edilen sonuçlar gruplar arasında istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 25,07 ± 4,84 yıl ve kontrol grubunun yaş ortalaması 24,09 ± 3,87 yıl olup aralarında istatistiksel fark yoktu. PKOS grubunda Schirmer-I ve anterior stromal keratosit düzeyi kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük tespit edildi (sırasıyla; p=0,002; p=0,020). PKOS ve kontrol grupları arasında GKZ skor sonucunda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük saptandı (p<0,001). PKOS grubunda dendritik hücre sayısı kontrol grubuna göre istatistiki olarak daha yüksek, kornea sinir lifi dansitesi daha düşük tespit edildi (sırasıyla; p<0,001; p=0,044). Sonuç: PKOS'da oküler yüzey etkilenmesiyle kuru göz belirtileri oluşabilir. Ayrıca hormonal dengenin değişmesi ve kronik inflamasyon kornea katmanlarını etkileyebilir. Bu nedenle PKOS olgularında oftalmolojik muayenelerde ve yapılacak oküler girişimlerde bu değişikliklikler göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Öğe
    Behçet hastalığı'nda multimodal görüntüleme bulgularının karşılaştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2023) Çiftci, Şerife Nur; Akdeniz, Günhal Şatırtav
    Amaç: Behçet Hastalığı (BH), ataklar ve remisyonlarla seyreden kronik okluziv tipte vaskülit ile karakterize multisistemik kronik bir hastalıktır. Primer olarak oral ve genital mukozayı, deriyi ve gözleri tutan BH’yin etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. BH olan hastaların yaklaşık %70 inde oküler inflamasyon ortaya çıkmaktadır.Bunların çoğunluğunda panüveit ve retinal vaskülit görülmektedir. Vaskülit tanısında Fundus Flöresein Anjiyografi (FFA) altın standart tanı tetkikidir. Optik Koherens Tomografi (OKT), Optik Koherens Tomografi Anjiyografi (OKTA) maküla anatomisi, retina katmanları ve mikrovasküler değişiklikleri gösteren Behçet üveiti tanı ve takibinde kullanılan diğer görüntüleme yöntemleridir. Bu çalışmada BH’de üveit varlığında veya yokluğunda görüntüleme bulgularının karşılaştırılması, tanı ve takipte güvenilirliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Şubat 2021 ve Şubat 2022 tarihleri arasında, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’nde takip edilen, BH’ye sekonder gelişen üveiti olan hastalar, Romatoloji Kliniği’nde takip edilen üveit geçirmeyen Behçet hastaları ve rutin göz muayenesi için başvuran hastalar dahil edildi. Hastaların OKT ile santral maküler kalınlık (SMK), EDİ-OKT ile subfoveal koroidal kalınlık (SFKK), OKTA ile foveal avasküler zon alanı (FAZ), total derin kapiller pleksus dansitesi, total yüzeyel kapiller pleksus dansitesi, derin parafoveal kapiller pleksus dansitesi ve yüzeysel parafoveal kapiller pleksus dansitesi ve peripapiller kapiller pleksus dansitesi değerleri elde edildi. Ayrıca Behçet üveiti hastalarının FFA görüntülemeleri değerlendirildi. Optik disk tutulumu, makula tutulumu ve vasküler arkadlar esas alınarak yapılan ayrıma göre superior, inferior, temporal ve nasal alanlardaki tutulumlar puanlandırıldı. Her bir bölgedeki tutulum +1 puan olarak değerlendirildi. Bu puanlar gruplar arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bu değerlerin görme keskinliği ve hastalık süresi ile korelasyonu değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 79 hastanın ve 39 kontrol grubunun toplam 236 gözü dahil edildi. Hastalar 18-63 yaş aralığında olup yaş ortalaması oküler tutulumu olan grupta 37.35 yıl, oküler tutulumu olmayan grupta 36,21 yıl, kontrol grubunda 33,79 yıl idi. Oküler tutulumu iii olan hastaların %48,6’sı kadın, % 51,4’ü erkek, oküler tutulumu olmayan grubun %35,7’si kadın, %64,3’ü erkek; kontrol grubunun %51.3’ü kadın, %48.7’si erkekti. Hastalık süresi oküler tutulumu olan grupta ortalama 6,49 yıl, oküler tutulumu olmayan grupta 6.71 yıldı. Grupların FAZ alanı, total yüzeysel kapiller pleksus dansitesi, total derin kapiller pleksus dansitesi, derin perifoveal kapiller pleksus dansitesi yüzeysel perifoveal kapiller pleksus dansitesi ve peripapiller kapiller pleksus dansitesi ortalamalarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Oküler tutulumu olan grupta kapiller pleksus dansiteleri diğer gruplara göre düşük; FAZ alanı diğer gruplardan yüksek saptandı. Oküler tutulumu olan grupta FFA değerlendirilmesi ile bu parametrelerin pozitif yönde (FAZ alanı dışında), FAZ alanının negatif yönde ilişkili olduğu görüldü. Sonuç: Optik koherens tomografi anjiyografi (OKTA), Behçet üveitinde tekrarlayan ataklar sonucu, nihai görme keskinliğiyle ilişkli maküler mikrovasküler değişiklikleri saptamada invaziv olmayan önemli bir görüntüleme yöntemidir. OKTA aynı zamanda oküler tutulumu olmayan Behçet Hastalarında da vaskülit nedeniyle azalan derin ve yüzeyel kapiller rezerv hakkında bilgi verebilir.
  • Öğe
    Statik ve dinamik pupillometri parametrelerinin yaş, aksiyel uzunluk ve refraktif değer ile ilişkilerinin incelenmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Demirci, Saim Furkan; Bitirgen, Gülfidan
    Kliniğimize başvuran olgularda statik ve dinamik pupillometri ölçümlerinin değerlendirilmesi ve elde edilen parametrelerin yaş, aksiyel uzunluk, refraktif değer gibi değişkenler ile ilişkilerinin incelenmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya Temmuz 2021 Ocak 2022 tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’ne başvuran, 18 65 yaş aral ığında 108 olgu dahil edildi. Pupilla fonksiyonlarını etkileyebilecek diyabet, nörolojik hastalık, travma öyküsü, glokom, retina ve optik sinir patolojileri olan olgular ile otonom sinir sistemi fonksiyonlarını etkileyebilecek ilaç kullanımı olan olgular ç alışma dışı bırakıldı. Tüm olguların tam oftalmolojik muayenelerinin ardından aksiyel uzunluk ölçümü (IOLMaster®; Carl Zeiss Meditec, Almanya) ve pupillometrik incelemeleri yapıldı. Statik ve dinamik pupillometri ölçümleri bilgisayarlı otomatize pupillomet ri cihazı (MonPackOne®; Metrovision, Fransa) ile değerlendirildi. Verilerin istatsitiksel analizi SAS University Edition 9.4 programı kullanılarak yapıldı ve anlamlılık düzeyi P<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 108 olgunun (63 k adın, 45 erkek) yaş ortalaması 39.0 ± 13.3 yıl idi. Her iki cinsiyet arasında statik pupillometri parametrelerinin hiçbirinde istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmedi. Çoklu regresyon analizlerinde cinsiyetin başlangıç pupil çapı (kadın olgularda daha y üksek, P=0.038), pupil kontraksiyon süresi (kadın olgularda daha uzun, P=0.005), dilatasyon latansı (kadın olgularda daha uzun, P=0.007) ve dilatasyon süresi (kadın olgularda daha kısa, P=0.011) üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etki oluşturduğu, diğer parametreler üzerinde etkisinin olmadığı görüldü. Olguların yaşı ile skotopik, mezopik, düşük fotopik ve yüksek fotopik ortamda elde edilen pupil çapları arasında negatif korelasyon saptandı (P<0.001). Dinamik pupillometri parametreleri incelendiğinde ise yaş ile başlangıç pupil çapı (t= 8.68; P<0.001), pupil v kontraksiyon amplitüdü (t= kontraksiyon amplitüdü (t=--6.53; P<0.001), kontraksiyon latansı (t=2.14; P=0.035), 6.53; P<0.001), kontraksiyon latansı (t=2.14; P=0.035), kontraksiyon hızı (t=kontraksiyon hızı (t=--5.22; P<0.001), dilatasyon latansı (t=2.35; P=0.021) ve dilatasyon 5.22; P<0.001), dilatasyon latansı (t=2.35; P=0.021) ve dilatasyon hızı (t=hızı (t=--4.26; P<0.001) aras4.26; P<0.001) arasında anlamlı ilişki olduğu izlendi. Aksiyel uzunluğun skotopik ında anlamlı ilişki olduğu izlendi. Aksiyel uzunluğun skotopik (t=3.08; P=0.003) ve yüksek fotopik pupil çapı (t=2.12; P=0.036) üzerinde anlamlı (t=3.08; P=0.003) ve yüksek fotopik pupil çapı (t=2.12; P=0.036) üzerinde anlamlı etkisinin olduğu; dinamik pupillometri parametrelerinden ise başlangıç pupil çapı (t=2.89; etkisinin olduğu; dinamik pupillometri parametrelerinden ise başlangıç pupil çapı (t=2.89; P=0.005), pupil kontP=0.005), pupil kontraksiyon süresi (t=2.40; P=0.019) ve dilatasyon latansı (t=2.86; raksiyon süresi (t=2.40; P=0.019) ve dilatasyon latansı (t=2.86; P=0.005) ile korelasyon gösterdiği saptandı. Sferik eşdeğerin ise pupillometri P=0.005) ile korelasyon gösterdiği saptandı. Sferik eşdeğerin ise pupillometri parametrelerinin hiçbiri üzerinde anlamlı etkilerinin olmadığı görüldü (P>0.05).parametrelerinin hiçbiri üzerinde anlamlı etkilerinin olmadığı görüldü (P>0.05). Sonuç: Sonuç: Bu çalışmada yaş ve aksiBu çalışmada yaş ve aksiyel uzunluk değerlerinin statik ve dinamik pupillometri yel uzunluk değerlerinin statik ve dinamik pupillometri parametreleri üzerinde anlamlı etkilerinin olduğu, cinsiyetin yalnızca dinamik pupillometri parametreleri üzerinde anlamlı etkilerinin olduğu, cinsiyetin yalnızca dinamik pupillometri parametreleri üzerinde etkili olduğu, refraktif değerin ise pupillometri sonuçlarını parametreleri üzerinde etkili olduğu, refraktif değerin ise pupillometri sonuçlarını etkilemediği gösterilmietkilemediği gösterilmiştir. Çalışma sonuçlarının daha geniş serilerle desteklenmesi ştir. Çalışma sonuçlarının daha geniş serilerle desteklenmesi gerekmekle birlikte klinik araştırmalarda pupillometrik inceleme yapılırken olguların yaş, gerekmekle birlikte klinik araştırmalarda pupillometrik inceleme yapılırken olguların yaş, cinsiyet ve aksiyel uzunluk verilerinin dikkate alınması yerinde olacaktır.cinsiyet ve aksiyel uzunluk verilerinin dikkate alınması yerinde olacaktır.
  • Öğe
    Pterjiyum etyopatogenezinde plasental büyüme faktörü, nöropilin-1 ve nöropilin-2 nin rolü
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2022) Gündoğan, Ali Osman; Oltulu, Refik
    Pterjiyum etyopatogenezinde Plasental Büyüme Faktörü (PLGF), Nöropilin-1 (NP-1) ve Nöropilin-2’nin rolünü (NP-2) immunhistokimyasal olarak değerlendirmek. Metot: Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları kliniğine başvuran ve daha önce pterjiyum cerrahisi geçirmiş olgular ile konjonktival nevüs eksizyonu yapılan olguların komşu temiz konjonktiva dokularından elde edilen preparatlar ve patolojik bloklar arşivden çıkarıldı. Tüm kesitlere, primer antikorlar olan 1/100 dilüe PLGF (abcam Cambridge Science Park, UK), %1/100 dilüe NP-1 ve NP-2 (abcam Cambridge Science Park, UK) immunhistokimyasal boyaları uygulandı. İmmunhistokimyasal boyama sonrası lamlar ışık mikroskobunda (Olympus BX53) değerlendirildi. Lam üzerindeki tüm pterjiyum doku alanı tarandı. Pterjiyum hücrelerinin epitel, endotel, stroma ve iltihap hücre elemanların boyanma şiddeti skorlaması ve ekspresyon yüzdesi değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen retrospektif olarak incelenen 42 pterjiyum hastasının 19’u erkek, 23’ü kadındı. Kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edilen 20 normal konjonktiva dokusunun 10’u erkek, 10’u kadın hastalardan elde edilmiştir. Gruplar arasında demografik özellikler açısından benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Pterjiyum dokusunda epitel, endotel, stroma ve iltihap hücrelerindeki PLGF ve NP-2 düzeyleri normal konjonktiva dokusundaki aynı katmanlarla karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı derecede daha geniş alanda (p<0.001) ve yoğunluk olarak daha yüksek seviyede boyandığı görüldü (p<0.001). Ancak NP-1 ile boyanan pterjiyum ve normal konjonktiva dokusunun epitel, endotel, stroma ve iltihap hücreleri arasında hem yüzdesel alan olarak (p= 0.730, 0.121, 0.524, 0.624) hem de boyanma yoğunluğu olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p= 0.716, 0.147, 0.147, 0.780). Sonuç: Pterjiyum dokusunda yüksek düzeyde tespit edilen PLGF ve NP-2 pterjiyum progresyonu ve postoperatif nüksü önlemede gelecekte birer terapötik hedef olabilir.
  • Öğe
    Keratokonuslu hastalarda sistemik inflamatuar yanıtın bazı serum inflamatuar biyomarkerleri ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Uzdil, Muhammet Utku; Zengin, Nazmi
    Amaç: Keratokonus (KK), belirgin görme bozukluklarına yol açabilen, düzensiz astigmatizmaya neden olan lokalize incelme ve dikleşme ile karakterize korneanın ektatik bir hastalığıdır. Etiyolojisinde birçok faktörün yanında inflamasyon da yer almaktadır. Nötrofil/lenfosit oranı (NLO), lenfosit/monosit oranı (LMO), monosit/yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol (HDL-c) oranı (MHO), fibrinojen/albumin oranı (FAO), fibrinojen/prealbumin oranı (FPO), CRP/prealbumin oranı (CPO) sistemik inflamasyonun yeni potansiyel belirteçleridir. Bu parametrelerin KK hastalarında değerlendirilmesi, keratokonusun sistemik inflamasyon ile ilişkisinin açıklanması amaçlandı. Yöntemler: Çalışmaya Ocak 2019-Ağustos 2020 tarihleri arasında takipli olan ya da yeni tanı alan KK'lı 57 hasta dahil edildi. Bilinen göz ve sistemik hastalığı olmayan 34 sağlıklı olgu kontrol grubu olarak seçildi. Retrospektif olarak yapılan bu çalışmadaki olguların göz muayene bulguları, klinik ve laboratuvar parametreleri dosya kayıtlarından ve laboratuvar arşivlerinden elde edildi. Hasta grubu Amsler-Krumeich sınıflandırması ile KK evrelerine ayrıldı. Keratokonus grubu evrelerine göre kendi içinde ve kontrol grubu ile istatiksel analizlerle karşılaştırıldı. Bulgular: Keratokonus ve kontrol grubu arasında yaş ve cinsiyet açısından anlamlı fark yoktu (sırasıyla p=0,919, p=0,685). NLO (p=0,765), LMO (p=0,124), MHO (p=0,549), FAO (p=0,755), FPO (p=0,182) ve CPO (p=0,231)'nun ortalama değerleri hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel açıdan farklı olmadığı bulundu. Yine bu parametrelerin Kmax ve kornea incelmesi ile anlamlı ilişkisi olmadığı saptandı. KK grubunun 3 alt grubuna ait ortalamalar kontrol grubu ile karşılaştırıldığında Kruskal-Wallis H testi ile istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı. Alt gruplar arasında yapılan karşılaştırmada da anlamlı bir fark görülmedi (p>0,05). Sonuç: Oksidatif stres ve sistemik inflamasyonun göstergeleri olarak kabul edilen NLO, LMO, MHO, FAO, FPO, CPO değerlerinin, KK'lı hastalarda değişiklik göstermediği
  • Öğe
    İntermitan ekzotropyalı hastalarda uygulanan cerrahinin etkinliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Aydın, Nursema; Özkağnıcı, Ahmet
    Amaç: Çalışmada intermitan ekzotropya tanısı alarak opere olan hastalardan bilateral lateral rektus (LR) geriletme cerrahisi ile tek göz LR geriletme medial rektus (MR) kısaltma cerrahisi uygulananların postoperatif sonuçları karşılaştıldı. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’nde 2013-2019 tarihleri arasında intermitan ekzotropya tanısı alarak opere olan hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya dahil edilen 100 hastadan 60’ına tek göz LR geriletme MR kısaltma, 40’ına bilateral LR geriletme cerrahisi uygulandı. Diagnostik kapama testi sonrası 92 hasta temel tip, 8 hasta psödodiverjans tip intermitan XT olarak gruplandırıldı. Hastaların preoperatif ve postoperatif takiplerinde görme keskinlikleri, refraksiyon ölçümleri ve ortoptik muayeneleri yapıldı. Postoperatif takiplerde kayma açısı -/+10 PD değerleri arası ise cerrahi başarılı, >10 PD ise overkorreksiyon, <-10 PD ise subkorreksiyon olarak değerlendirildi. Araştırmada elde edilen veriler IBM SPSS Statistics 24 programı kullanılarak analiz edildi. Elde edilen p değerleri için; p<0.05 ise istatistiksel olarak anlamlılık vardır şeklinde değerlendirme yapıldı. Bulgular: Araştırmada değerlendirilen 100 hastanın 47’si (%47) kadın, 53’ü (%53) erkekti. Ortalama opere olma yaşı 13.16±8.48 (3-35) yıldı. Preoperatif uzak kayma açısı ortalama 32.78±8.73 prizma diyoptri (PD) (-50.00/-16.00), yakın kayma açısı ortalama 32.21±9.61 PD (-55.00/-14.00) olarak tespit edildi. Postoperatif ortalama takip süresi tek göz LR geriletme MR kısaltma grubunda 16 ay, bilateral
  • Öğe
    Makula ve optik sinir başı parametrelerinin yaşa bağlı değişiminin optik koherens tomografi ve optik koherens tomografi anjiyografi ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2021) Abay, Rafiye Nur; Kerimoğlu, Hürkan
    Bu çalışmada göz muayenesi için kliniğimize müracaat eden hastaların gözlerinin retinasının yapısal ve vasküler değişkenlerinin optik koherens tomografi (OKT) ve optik koherens tomografi anjiyografi (OKTA) ile değerlendirilmesi ve bu değişkenlerin yaş ile ilişkisi araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği'ne göz muayenesi için Ocak 2019-Kasım 2019 tarihleri arasında başvuran hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. 20-73 yaş aralığında sistemik hastalığı bulunmayan, optik disk ve retinada patoloji saptanmayan 153 hastanın bir gözü çalışmaya dahil edildi. Hastalara tam bir oftalmolojik muayene yapıldı; yarık lamba ve fundus muayenesi, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), göz içi basıncı, OKT ve OKTA ölçümleri yapıldı. Veriler 5 ayrı yaş grubuna ayırılarak analizi IBM SPSS 22.0 paket programında yapıldı ve p<0.05 için sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Araştırmada değerlendirilen 153 hastanın yaş ortalaması 45.14 (±14.11) yıl (Minimum=20-Maksimum=73) olup hastaların 88'i (%57.5) kadındı. Yüzeyel kapiller pleksus (YKP) vasküler dansite (%) değerlerinden tüm alan (p=0.001), parafovea (p=0.038), perifoveanın (p=0.001) yaş ile birlikte değiştiği bulundu. Derin kapiller pleksus (DKP) vasküler dansite (%) değerlerinden tüm alan (p=0.004), parafovea (p=0.001), perifoveanın (p=0.002) yaş ile birlikte değiştiği bulundu. YKP ve DKP'de özellikle 50 yaş ve üzerinde yaşla birlikte azalma saptandı. Foveal avasküler zon (FAZ) alanı (mm²) yaş ile beraber artmıştır ancak bu artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0.660). Koryokapillaris akım alanının (mm²) yaş ile beraber azaldığı bulundu (p=0.002). Radial peripapiller kapiller pleksus (RPKP) vasküler dansite değerlerinden iç disk alanının yaş ile beraber azaldığı bulundu (p=0.038). OKT değerlerinden santral makula ve inferior perifovea dışındaki alanların yaş ile birlikte değiştiği bulundu. Özellikle 40 yaş ve üzerinde yaşla birlikte azalma saptandı. Retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlıklarından temporal inferior (p<0.001), temporal superior (p<0.001), santral (p=0.043) değer ortalamalarının yaş ile birlikte değiştiği bulundu. Santral ve temporal inferiorda 50 yaş ve üzerinde, temporal superiorda 40 yaş ve üzerinde azalma saptandı. Sonuç: 20-73 yaş aralığında sistemik ve oküler patolojisi bulunmayan hastaların OKTA ile ölçülen verilerinde YKP, DKP ve RPKP'de iç disk vasküler dansite, koryokapillaris akım alanı ölçümlerinin yaşla beraber azaldığı, FAZ değerinin yaşla birlikte değişmediği saptandı. OKT ile ölçülen makula ve RSLT kalınlık ölçümlerinin bazı kadralarda yaşla azaldığı gösterildi. Bu yöntemlerin rutin klinik uygulamalarda kullanılmadan önce mevcut yaş grupları dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği düşünüldü.
  • Öğe
    Klinik olarak diyabetik retinopatisi olmayan tip 2 diyabetes mellitus hastalarında OKT angiografi ve edı okt ölçümleri ile retinal mikrovasküler değişikliklerin gösterilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Çınar, Reyhan; Şatırtav, Günhal
    Diyabetik retinopatisi (DR) olmayan tip 2 diyabetes mellitus (DM) hastalarında optik koherens tomografi angiografi (OKTA) ve yüksek çözünürlüklü optik koherens tomografi (EDI OKT) ölçümleri ile retinal mikrovasküler değişikliklerin gösterilmesi ve DR'nin erken evrede tespit edilmesini amaçladık. Gereç Ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya kliniğimiz Retina Birimi'nde Ocak 2019- Ekim 2019 tarihleri arasında tip 2 DM olup kontrol amacıyla polikliniğimize müracaat eden DR bulgusu olmayan 48 hastanın 48 gözü dahil edildi. Kontrol grubu olarak grupla benzer özellikleri olan 47 sağlıklı bireyin 47 gözü dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, diyabetin türü, diyabetin süresi, DM için kullandığı ilaçlar ve HbA1c değerleri ile ilgili bilgiler, hastaların dosyalarından ve DM polikliniğindeki kayıtlarından, kontrol grubunun verileri dosyalarından ve sistemdeki kayıtlı verilerinden elde edildi. Hastaların OKTA ölçümlerinde, foveal avasküler zone (FAZ) (mm²), perim değeri (mm), foveal dansite (FD), santral maküla kalınlık (SMK), parafoveal ve perifoveal bölgede yüzeyel kapiller pleksus (YKP) ve derin kapiller pleksusdaki (DKP) superior, inferior, temporal ve nazal kadranlardaki vasküler dansite (VD) ölçümleri yapıldı. EDI OKT ile subfoveal koroid kalınlık (SFKK) ölçümü yapıldı. Elde edilen ölçümler hasta ve kontrol gruplarında karşılaştırıldı. Ayrıca DM grubu kendi içinde HbA1c, kullandığı ilaç, cinsiyet ve hastalık süresine göre de değerlendirildi. Bulgular: DM grubu ve kontrol grubu karşılaştırıldığında FAZ (mm²) ve perim (mm) ortalamalarının istatistiksel açıdan anlamlı derecede farklı olmadığı bulundu (sırasıyla p=0.825, p=0.871). FD ortalamaları diyabetik grupta istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük bulundu (p=0.015). YKP perifovea, perifovea temporal, nazal ve inferior VD ortalamaları diyabetik grupta istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük bulundu (sırasıyla p=0.039, p=0.044, p=0.024, p=0.025). DKP parafovea, parafovea temporal ve nazal VD (%) ortalamaları diyabetik grupta istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük bulundu (sırasıyla p=0.036, p=0.023, p=0.010). Subfoveal koroid kalınlığı (SFKK) (μm), foveal kalınlık (μm) ve göz içi basıncı (GİB) (mm Hg) ortalamalarının istatistiksel açıdan anlamlı derecede farklı olmadığı bulundu (sırasıyla p=0.236, p=0.351, p=0.128). DM olan katılımcılar arasında HbA1c'ye göre ölçümlerde anlamlı farklılık saptanmadı. DM olan erkek ve kadınlar arasında YKP fovea ve DKP fovea VD (%) değerleri kadınlarda erkeklere göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük saptandı (sırasıyla p=0.010, p=0.029). DM olan kadınlar ve DM olmayan kadınlar arasında YKP inferior yarı değeri, fovea, parafovea nazal ve inferior VD (%) değeri ortalamalarının istatistiksel açıdan anlamlı olarak diyabetli kadın hastalarda düşük saptandı (sırasıyla p=0.019, p=0.024, p=0.022, p=0.003). 1-5 yıl arası hastalık süresi olan diyabetli kişiler ve 6-10 yıl hastalık süresi olan diyabetli kişiler arasında FAZ (mm²) ve perim değeri (mm) ortalamalarının istatistiksel açıdan anlamlı derecede farklı olduğu bulunmuştur (sırasıyla p=0.029, p=0,012). Sonuç: Klinik olarak saptanabilir DR olmayan DM hastalarında OKTA bulgularından FD ve VD' nin etkilendiği gösterilmiştir. Bu durum bize diyabetik hastalarda OKTA'nın tarama için kullanılabileceğini düşündürmektedir. EDI OKT ve OKTA verileri ile diyabetteki vasküler değişimler arasındaki ilişkinin aydınlatılabilmesi için daha fazla sayıda hastanın katıldığı, prospektif, randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Obstriktif uyku apne sendromu hastalarında oküler yüzey değerlendirmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Güneş, İrem; Oltulu, Refik
    Obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS); gündüz uyku hali, horlama gibi şikayetlerle seyreden uyku sırasında tekrarlayan üst solunum yolu obstrüksiyonu ataklarıyla karakterize bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı OUAS hastalarında oküler yüzey özelliklerinin değerlendirilmesidir. Yöntem: Bu prospektif çalışmaya polisomnografi tetkikinde OUAS tanısı alan 77 hasta ve 29 sağlıklı kişiden oluşan kontrol grubu dahil edildi. OUAS hastaları apne-hipopne indeksine (AHİ) göre; ağır (n=27) , orta (n=27) , hafif OAUS (n=23) olarak sınıflandırıldı. Katılımcılara tam oftalmolojik muayene yapıldı. Katılımcıların her iki gözü gözyaşı kırılma zamanı (GKZ), Schirmer I testi, konjoktival impresyon sitolojisi (KİS) skoru açısından değerlendirildi. Her bir katılımcıya oküler yüzey hastalık indeksi (OYHİ) anketi uygulandı. Sonuçlar gruplar arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: OYHİ skorları ağır OUAS grubunda 20,31±19,87, orta OUAS grubunda 25,06±19,45, hafif OUAS grubunda 11,52±12,95, kontrol grubunda 12,76±14,84 idi (p=0,015). GKZ değeri; ağır OUAS grubunda 5,44±3,09, orta OUAS grubunda 6,26±3,48, hafif OUAS grubunda 11,04±6,22 ve kontrol grubunda 9,83±5,03 idi (p<0,001). Schirmer I testi; ağır OUAS grubunda 9,41±7,53, orta OUAS grubunda 9,85±7,81, hafif OUAS grubunda 13,39±8,80 ve kontrol grubunda 15,03±10,16 idi (p<0,002). KİS skoru; ağır OUAS grubunda 1,83±0,69, orta OUAS grubunda 1,52±0,75, hafif OUAS grubunda 0,89±0,74 ve kontrol grubunda 0,47±0,60 idi (p<0,001). OUAS hastaları kontrol grubuyla karşılaştırıldığında OYHİ skoru ve KİS skorunun yüksek, GKZ ve Schirmer değerlerinin düşük olduğu görüldü. Ayrıca OUAS hastalarında AHİ değeri ile; GKZ (r=-0,32, p=0,005) arasında negatif ve KİS skoru (r=0,43, p<0,001) arasında pozitif korelasyon olduğu bulundu. Sonuç: OUAS hastalarında artmış OYHİ, azalmış GKZ ve Schirmer I sonuçları kuru göz hastalığına yatkınlığı desteklemektedir. Bunun yanında OUAS hastalarında hastalığın şiddeti ile pozitif korelasyon gösteren konjonktival goblet hücresi kaybı ve skuamöz metaplazi gelişimi dikkat çekmektedir.
  • Öğe
    Proliferatif olmayan diabetik retinopatide renk algısı, karanlık adaptasyonu ve flaş elektroretinografi bulguları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2020) Türk , Hüseyin Buğra; Gündüz, Mehmet Kemal
    Proliferatif olmayan diabetik retinopatili (DR) olgularda renk algısı, karanlık adaptasyonu (KA) ve flaş elektroretinografi (fERG) parametrelerinin değerlendirilmesi. Yöntem: DR'li 31 hastanın 31 gözü ve 21 sağlıklı bireyin 21 gözü çalışmaya dahil edildi. Objektif refraksiyon, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği ölçümleri ve biyomikroskopik ön segment ve fundus muayenesi, spektral domain optik koherens tomografi (SD-OCT) (Heidelberg Engineering, Heidelberg, Almanya) ile maküla analizi yapıldıktan sonra ChromaTest ile renk kontrast eşiği (RKE), Ganzfeld küresi (Metrovision, Perenchies, Fransa) ile KA ve fERG ölçümleri yapıldı. Elde edilen veriler arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirildi ve p<0,05 anlamlılık düzeyi olarak kabul edildi. Bulgular: DR grubunun yaş ortalaması 55,45±9,01 yıl, kontrol grubunun yaş ortalaması 54,86±5,61 yıldı. Erkeklerin yaş ortalaması 38,46±17,10, kadınların yaş ortalaması 34,72±13,59 yıldı. DR'li olguların 17'si (%54,8) erkek, 14'ü (%45,2) kadındı. Kontrol grubunun ise 12'si (%57,1) erkek, 9'u (%42,9) kadındı. Her iki grup arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05). DR ve kontrol grubu karşılaştırıldığında, tritan ve protan RKE değeri DR grubunda istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p<0,001). KA maksimum duyarlılık değeri DR grubunda istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (p<0,05). fERG ölçümünde istatistiksel olarak DR grubunda rod cevabı b dalgası latansı anlamlı olarak yüksek, maksimal cevap b dalgası latansı anlamlı olarak düşük, maksimal cevap a dalgası amplitüdü ise anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0,05). Diğer fERG parametrelerinde her iki grup arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). DR grubunda cinsiyete göre yapılan karşılaştırmada RKE ve KA maksimum duyarlılık değerlerinde cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). fERG ölçümünde rod cevabı b dalgası amplitüdü kadın hastalarda istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p<0,05). Diğer fERG parametrelerinde DR grubunda cinsiyetler arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı iii (p>0,05). Kontrol grubu cinsiyete göre yapılan karşılaştırmada, protan RKE erkeklerde istatistiksel olarak yüksek saptandı (p<0,05). Tritan RKE'de ise cinsiyetler arası anlamlı fark izlenmedi (p>0,05). Maksimal cevap a dalgası amplitüdü kadınlarda istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptanırken (p<0,05), KA maksimum duyarlılık değeri ve fERG parametrelerinde cinsiyetler arası anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). DR ve kontrol grupları cinsiyetler açısından karşılaştırıldığında, hem erkek hem de kadın hastalar arasında RKE diabet grubunda istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı (p<0,001). Diabetli kadınlarda, kontrol grubundaki kadınlara göre rod cevabı b dalga latansı istatistiksel olarak yüksek saptandı (p<0,05). KA maksimum duyarlılık değeri ve diğer fERG parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Diabetli erkeklerde kontrol grubundaki erkeklere göre, istatistiksel olarak rod cevabı b dalgası amplitüdü anlamlı düşük (p<0,05), maksimal cevap a dalgası amplitüdü anlamlı yüksek (p<0,001) ve maksimal cevap b dalgası latansı anlamlı düşük (p<0,001) bulundu. Diabetli olguların hastalık süresi ile parametreler arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Diabet hastalarının yaşı ile maksimal cevap a dalgası latansı, maksimal cevap b dalgası latansı, kon cevabı b dalgası latansı değerleri arasında anlamlı derecede pozitif ilişki olduğu bulundu. Ek olarak diabet hastalarının yaşı ile maksimal cevap a dalgası amplitüdü, maksimal cevap b dalgası amplitüdü, kon cevabı b dalgası amplitüdü, fotopik negatif cevap (FNC) amplitüdü değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede negatif ilişki olduğu bulundu (p<0,05). Diğer parametreler arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Sonuç: DR'nin proliferatif olmayan evresinde fonksiyonel değişikliklerin saptanması, RKE, KA ve fERG ölçümleri ile mümkün olabilmektedir. RKE'de bozulmanın, fERG paramerelerindeki bozulmaya göre daha kuvvetli olması, proliferatif olmayan DR'de gelişen renk algı bozukluğunun, elektroretinografik değişimler başlamadan ortaya çıktığını göstermektedir.
  • Öğe
    Miyopik olgularda retina sinir lifi tabakası kalınlığı ve maküla kalınlığının optik koherens tomografi, retina hassasiyetinin multifokal elektroretinografi ile değerlendirilmesi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2009) Tokgöz, Mine; Özkağnıcı, Ahmet
    Çalışmada emetrop ve miyop olgularda, retina yapısının optik koherens tomografi (OCT) ile, retina fonksiyonlarının ise multifokal elektroretinografi (mf-ERG) ile incelenmesi amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Çalışma grubu 118'si kadın, 106'sı erkek toplam 224 olgudan oluşturuldu. Kırma kusuru derecesine göre olgular gruplara ayrıldı. Birinci grup 0.00 / -0.75 D arası (kontrol grubu), ikinci grup -1.00 / -3.00 D arası, üçüncü grup -3.25 / -6.00 D arası, dördüncü grup ise -6.25 /-12.00 D arası olarak 4 gruba ayrıldı. Tüm olguların RSLT kalınlığı ve maküla kalınlığı OCT kullanılarak ölçüldü ve ardından mf-ERG testi uygulandı.Bulgular: Yüksek miyop grupta foveal kalınlık ve volümünde artış tespit edilirken aksine temporal alan dışındaki tüm alanların RSLT kalınlığında azalma bulundu. Ayrıca total maküler volüm, dış maküler kalınlık ve volümü de azalmıştı. Yüksek miyopik olgularda RSLT de en fazla incelme süperior ve nazal kalınlıkta idi. RSLT kalınlığı, maküla kalınlığı ve volüm değerleri ile AU/SE arasında zayıf korelasyon mevcuttu. Mf-ERG cevapları P1 ve N1 amplitüdleri santral dışında perifere doğru azalırken, latanslar santral bölge de dahil hemen hemen tüm ringlerde azalmış bulundu. N1 dalgası amplitüd ve latans değerleri AU/SE ile zayıf orta şiddette korelasyon gösterirken, P1 dalgası amplitüd ve latans değerleri AU/SE ile hiçbir ringde korelasyon göstermedi. Mf-ERG cevapları ile RSLT parametreleri arasında zayıf bir ilişki vardı. Latanslardan ziyade daha çok amplitüdler ile dış maküler katlar ve total maküler volüm arasında korelasyon bulundu.Sonuç: Yüksek miyoplarda RSLT de özellikle nazal ve süperior kadran incelmesini değerlendirmek çok önemlidir. Foveal çukur ve parafoveolar tepe arasındaki mesafe miyopi ile ters orantılıdır, yani miyopi derecesinde artma maküler bölgenin daha düz hale gelmesine neden olur.Yüksek miyoplardaki mf-ERG cevaplarındaki anlamlı farklılığın AU ve SE'nin etkisinden ziyade oldukça kompleks bir yapıya sahip olan retinadan kaynaklandığı düşünülmektedir. Dış maküler kalınlık ve volüm ile mf-ERG cevapları arsındaki korelasyon non patolojik miyoplarda özellikle santralin korunarak perifoveal alanların etkilendiğini gösterirken, mf-ERG cevaplarında hem latans hemde amplitüdlerin bozulması ise iç ve dış retinal fonksiyonların bozulduğunu göstermektedir.
  • Öğe
    Yaşa bağlı maküla dejenerasyonunda risk faktörleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Tekin, Himmet; Okudan, Süleyman
    55 yaş ve üzeri insanlarda körlüğün en sık sebeplerinden biridir. Hastalığın doğal seyri bilinmesine rağmen patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Bugün için YBMD insidans ve progresyonunu engeleyebilecek bir tıbbi tedavi yoktur. Bu sebeple risk fakörlerinin tanımlanması şiddetli görme kaybı ile birlikte bulunan geç dönem YBMD gelişimini engeleyecek yöntemlerin bulunmasına yol açabilir. Bizim çalışmanın amacı YBMD'a neden olabilecek bazı risk faktörlerini saptamaktı. Çalışmamızda kontrol grubuna göre YBMD'lı olgularda sigara içimi ve hipertansiyon anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). YBMD'lı olguların %50'si, kontrol grubundaki olguların ise %26'sı sigara içmekte idi. Sigara için yapılan lojistik regresyon analizinde sigaraya atfedilen risk 3.07 olarak bulundu. Atrofik tip YBMD'lı olgular ile eksüdatif tip YBMD'lı olgular arasında sigara yönünden istatistiksel farklılık saptanmadı (p>0.05). YBMD'lı olguların %52'sinde kontrol grubundaki olguların ise %24'ünde hipertansiyon saptandı. Lojistik regresyon analizinde hipertansiyon için atfedilen risk 3.33 olarak tesbit edildi. Atrofik tip YBMD'lı olgular ile eksüdatif YBMD'lı olgular arasında hipertansiyon olup olmama yönünden fark saptanmadı (p>0.05). Diğer risk faktörleri (DM, lens opasitesi, vücut kitle indeksi, iris rengi, refraksiyon kusuru, serum kolesterol seviyeleri) için YBMD'lı olgular ile kontrol grubundaki olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05). Sigara içimi ve hipertansiyon için elde ettiğimiz bulgular, önceki çalışmalarda da işaret edildiği gibi bu iki faktörün önemli bir halk sağlığı problemi olduğunu düşündürmektedir. Sigaradan kaçınma ve hipertansiyonun kontrolü YBMD gelişimini azaltabilir, özellikle de sigara, YBMD'a neden olabilecek risk faktörlerinden tek kontrolü mümkün olan etkendir. Sonuç olarak, birtakım ilişkiler ortaya çıkarıldı. Bu ilişkilerin daha net bir şekilde ortaya konulabilmesi için ileri çalışmalar yapılması ve bu risk faktörlerin YBMD gelişimindeki etkinliğinin bu hastalarının uzun süreli takipler ile ortaya çıkarılması gerektiği kanısındayız.
  • Öğe
    Retina ven tıkanıklığında oküler ve sistemik risk faktörleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Soylu, Tülay; Okudan, Süleyman
    Retina ven tıkanıklığı, diabetik retinopatiden sonra en sık karşılaşılan retinanın vasküler hastalığıdır. Sıklıkla ileri yaşlarda görülmekte ve etyoloj isinde pek çok oküler ve sisteraik risk faktörlerinin rol oynadığı düşünülmektedir. Bu çalışmada retina ven tıkanıklığı olan olgularda bazı oküler ve sistemik risk faktörleri değerlendirildi. Çalışmaya alınan retina ven tıkanıklığı tanısı almış 40 olgunun 9'u (%22.5) retina ven kök tıkanıklığı (RVKT), 31 'i (%77.5) ise retina ven dal tıkanıklığı (RVDT) idi. Rastgele seçilmiş 38 kişiden oluşan kontrol grubu ile gruplar karşılaştırılarak bazı oküler ve sistemik risk faktörleri değerlendirildi. RVDT bulunan olgularda K.VH, sedimentasyon, LDL- kolesterol, lipoprotein (a), globulin, PC ve fibrinojen düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0.05). Bu faktörler RVDT gelişiminde risk faktörleri olarak tespit edildi. Oküler aksiyel uzunluk, GİB, hipermetropi, PAAG, HT, DM ve sigara kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0.05). RVKT bulunan olgularda oküler aksiyel uzunluk, GİB yüksekliği, PAAG, KVH, INR, sedimentasyon, lipoprotein (a) ve fibrinojen düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0.05). Ancak hipermetropi, HT, DM, sigara kullanımı gibi diğer risk faktörleri arasında arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit edilmedi (p>0.05). Halihazırda retina ven tıkanıklığında tıkanıklık sonrası görme prognozunu olumlu yönde etkileyebilecek ideal bir tedavi yöntemi yoktur. Bu nedenle RVT gelişiminde etkili olan oküler ve sistemik risk faktörlerinin tespit edilmesi ve en azından bu risk faktörlerinin tedavi edilmesi ile retina ven tıkanıklığının gelişmesini önlemek ve nüks oranlarının azaltılması mümkün olabilecektir. Bu risk faktörlerin aydınlatılması ile, hem patogenez hem de başka risk faktörlerin tanımlanması belki de kesin tedavinin bulunmasında bize yol gösterici olacaktır.
  • Öğe
    Meibomius bezi disfonksiyonu ile kan lipid profili arasındaki ilişkilerin araştırılması
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2016) Şen, Furkan; Zengin, Nazmi
    Meibomius bezi disfonksiyonunun klinik özelliklerini ve kan lipid profili ile arasındaki ilişkileri değerlendirmek Gereç ve Yöntem : 2015-2016 yılları arasında N.E.Ü. Meram Tıp Fakültesi Göz Kliniği'ne gelen ve meibomius bezi disfonksiyonu (MBD) saptanan, herhangi bir sistemik hastalığı, oküler ve orbital patolojisi olmayan 64 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların rutin oftalmolojik muayeneleri yapıldı. Hastaların ayrıca meibomius bezi disfonksiyon (MBD) derecelendirmesi, korneal boyanma derecesi (KBD), göz kapağındaki meibomius bezi disfonksiyonuna bağlı kronik değişim bulgularının (MBDKDB) sayısı, alt kapak orta 1/3 bölüm mukokutanöz bileşkede değerlendirilen Marx çizgisi (MÇ) parametreleri ve açlık kan lipid profilleri (KLP) değerlendirildi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi SPSS 21.0 programı kullanılarak yapıldı ve P<0.05 anlamlılık düzeyi olarak kabul edildi. Bulgular: Hastaların yaşları 25 ile 65 arasında değişmekteydi. Olguların % 61'i (n=39) kadın, % 39'u (n=25) erkekti. Hastaların MBD dereceleri ile kolesterol türleri arasında, TG ile anlamlı ilişki (p=0,029) ve korelasyon, total kolesterol (TOTAL-K) ile sınırda anlamlı ilişki (p=0,047) ve korelasyon mevcut idi. Diğer kolesterol türlerinde ise anlamlı ilişki ve korelasyon yoktu (p>0,05). Marx çizgisi (MÇ) parametreleri ile MBD dereceleri arasında yüksek anlamlı ilişki (p=0,00) ve korelasyon mevcut idi. Yine MBD dereceleri ile Meibomius bezi disfonksiyonuna bağlı kapaktaki kronik değişim bulguları (MBDKDB) arasında yüksek anlamlı ilişki (p=0,00) ve korelasyon saptandı. KBD, MÇ ölçümleri ve MBDKDB arasında da yüksek anlamlı ilişki (p=0,00) ve korelasyon mevcut idi. Kolesterol türleri ile MÇ ölçümleri ve MBDKDB arasında sadece TG yönünden yüksek bir korelasyon mevcut iken (p<0.05) diğer kolesterol türlerinde ilişki anlamlı değildi. Kolesterol türlerinden hiçbirinin korneal boyanma derecesi ile anlamlı bir korelasyonu yoktu (p>0,05). Sonuç: MBD'nin kan kolesterollerinden anlamlı olarak TG ve sınırda anlamlı olarak TOTAL-K ile korelasyon gösterdiği görülmüştür. MÇ ölçümlerinin MBD derecesini belirlemede etkin olduğu görülmüştür. Bu ilişkinin gerçek boyutunu göstermek için yüksek popülasyonlu çalışmalara ihtiyaç vardır. MBD daha önceden bilinmeyen TG ve TOTAL-K yüksek değerleri için bir marker olarak kullanılabilir. Bu çalışma, önemli kardiyovasküler risk faktörlerini tespit etmede oftalmologların rolünü artırabilir.
  • Öğe
    Katarakt cerrahisi sonrası Nd-YAG lazer ile arka kapsülotomi sonuçları
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1997) Yıldız, M. Kerim; Okudan, Süleyman
    Günümüzde modern katarakt cerrahisi olan PEKKE ve GİL implantasyonunun en önemli geç komplikasyonu AKK'dir. Bu çalışmada AKK gelişmiş 54 olgunun 60 gözüne Nd-YAG lazer ile arka kapsülotomi yapıldı. Olgular görme keskinliği artışı ve postoperatif komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Gözlerin 17'si (%28.3) afak, 43'ü (%71.7) psödofaktı (2 ÖK-GİL, 41 AK-GİL). Katarakt cerrahisi ile arka kapsülotomi arası ortalama geçen süre 27.30±11.80 ay olup, kapsülotomi sonrası takip süresi üç aydı. Kapsülotomi için kullanılan ortalama atım enerisi 1.75±0.68 mj, atım sayısı 74.40±37.26, total enerji 129.85±78.14 mj'du. Kapsülotomi sonucunda %93.3 olguda görme artışı sağlandı. Kapsülotomi öncesi ortalama görme keskinliği 0.19, kapsülotomi sonrası 0.77 olup, ortalama artış 0.58 olarak bulundu. Olguların %41.66'sında kapsülotomi öncesine göre anlamlı kabul edilen 1. ve 3. saattlerde GİB artışı görüldü. GİB, antiglokomatöz tedavi ile 24 saat içinde kapsülotomi öncesi değerlere düşürüldü. Olguların %45'inde kapsülotomi sonrası hafif ve orta derecede ön kamarada hücre reaksiyonu gözlendi. Topikal steroid damlalarla en geç bir hafta içinde tüm olgularda ön kamaradaki hücre reaksiyonu kayboldu. Psödofak 43 gözün 10'unda (%23.25) GİL'nde YAG lazer kapsülotomi işlemi sırasında minimal hasar saptandı. Afak 17 gözün dördünde ön hiyaloid membran rüptürü ve ön kameraya vitreus prolapsusu görüldü. Hiçbir olguda KMÖ ve RD gibi arka segment komplikasyonları görülmedi. Nd-YAG lazer arka kapsülotomi her yaştaki olguya, ayaktan, kısa sürede ve kolayca uygulanabilen, başarı şansı yüksek olan bir yöntemdir. Bu yöntem, nadir görülen komplikasyonlarla birlikte cerrahi kapsülotomiden daha üstün bir tekniktir.
  • Öğe
    Katarakt ameliyatı sonrası ön segment enflamasyonunun önlenmesinde Ketorolok trometamin ve Prednizolon asetatın etkinliği
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 1999) Yıldırım, Ramazan; Zengin, Nazmi
    Ön kamarada hücre, flare, konjonktivada hiperemi ve yanma-batma hissi gibi sübjektif şikayetlerle kendini gösteren enflamasyon katarakt cerrahisinin sık rastlanan bir komplikasyonudur. Bu klinik durumu önlemek amacıyla sıklıkla kortikosteroidler kullanılmaktadır. Son yıllarda ketorolak trometamin de dahil olmak üzere NSAİ ilaçlar kortikosteroidlere alternatif olarak denenmektedir. Bu çalışmada keterolak trometamin ile prednizolon asetatın etkisi karşılaştırılmıştır. PEKKE-İOL ameliyatı geçiren 70 hasta çalışmaya alındı. 36 hastaya prednizolon asetat uygulanırken 34 hastaya ketorolak trometamin verildi. Hastalar 1-4. ve 15-21. postoperatif günlerde olmak üzere ön kamarada hücre, flare ve konjonktival hiperemi yönünden biyomikroskopla değerlendirildi. Sübjektif şikayetler de soruşturuldu ve kaydedildi. İki grup arasında aköz hümördeki hücre ve flare'in şiddetindeki fark istatistiksel olarak anlamlı seviyeye ulaşmadı (sırasıyla P = 0.506 ve P = 0.331). Konjonktival hiperemi ve sübjektif şikayetler her iki grupta farklı değildi (sırasıyla P = 0.138 ve P = 0.09). Çalışmanın sonuçlan ketorolak trometaminin katarakt cerrahisinden sonra en az prednizolon asetat kadar etkili olduğunu düşündürmektedir.
  • Öğe
    Diabetik retinopatide sistemik risk faktörleri
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2003) Yeni, Hasan; Özkağnıcı, Ahmet
    Diabetik retinopati günümüzde gelişmiş ülkelerde tüm yaş grupları içinde yaşa bağlı maküla dejenerasyonundan sonra ikinci, üretken çağdaki nüfus içinde ise birinci körlük nedenidir. Hipergliseminin başlattığı biyokimyasal fonksiyon bozukluğu, oksidatif stres, humoral ve genetik faktörler, bazal rnembran kalınlaşması, reolojik ve hemodinamik değişiklikler DR'nin patogenezinde rol alan başlıca faktörlerdir. Bu çalışmada cinsiyet, yaş, DM'un süresi, DM'un tedavi şekli, metabolik kontrol, HbAlc, SKB, DKB, VKİ, kan lipid seviyesi, Hb, KVH, NP ve sigara kullanımı gibi risk faktörlerinin tip II DM'lu olgularda DR gelişimi ve ağırlığı üzerine olan etkileri araştırıldı. Çalışmamıza dahil ettiğimiz tip II DM'lu 150 olgunun 79'u (%52.7) kadın, 71 'i (%47.3) erkekti. Olguların yaşlan 36 ile 83 arasında değişmekte idi (58.17 ± 13.35 yıl). Olguların 56'sında (%37.3) NPDR, 44'ünde (%29.3) PRDR olmak üzere toplam 100 (%66.7) olguda DR vardı. DR'nin insidansı kadınlarda %67.1 iken erkeklerde %66.2 idi. DR' si bulunan olgularda DM'un süresi, tedavi şekli, HbAlc, AKŞ, DKB, VKİ, KVH, NP ve sigara kullanımı ile DR gelişimi ve ağırlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki vardı (p<0.05). Bu risk faktörlerinden DM'un süresi, SKB ve VKİ lojistik regresyon analizi sonucunda bağımsız risk faktörleri olarak tespit edildi. Ancak risk faktörlerinden cinsiyet, yaş, kan lipid seviyesi ve Hb ile DR gelişimi ve ağırlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0.05). DR gelişiminin önlenmesi ve/veya geciktirilebilmesi için metabolik kontrolün en önemli faktör olduğunu söyleyebiliriz. Ancak DR gelişimini ve ağırlığım olumsuz olarak etkileyebilen SKB, VKİ ve sigara kullanımı gibi risk faktörlerinin kontrol edilmesiyle DR gelişimi ve ağırlığı üzerine olan olumsuz etkilerini ortadan kaldırabiliriz.
  • Öğe
    Rozaseada göz tutulumu ve demodex folliculorum ile ilişkisi
    (Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, 2002) Yanar, Hatice; Zengin, Nazmi
    Rozasea, sıklıkla yüze yerleşen, flushing atakları, eritemli zeminde telenjiyektaziler, papüller ve papülopüstüllerle karakterize bir deri hastalığıdır. Rozaseada saptanan oküler yakınma ve bulguların insidansı değişik serilerde farklı oranlarda verilmiştir. Oküler rozasea yaygın bir hastalık olmasına karşın belirti ve bulguların özgün olmayışı nedeniyle gözden kaçabilmektedir. Hafif şiddette blefaritten, keratit ve korneal perforasyona kadar ilerleyebilen klinik bulgularla karakterize olup, sıklıkla kuru göz tablosuda eşlik etmektedir. Bu çalışmada 41 rozasealı olguda oküler yakınma ve bulgular değerlendirildi. Gözyaşı kırılma zamanı ölçüldü, Schirmer testi ve gözyaşı kristal izasyon analizi yapıldı ve epile edilen kirpiklerde Demodex folliculorum arandı. Sonuçlar 30 kontrol olgusuyla karşılaştırıldı. Olguların tümünde rozasea ile ilgili olabilecek en az bir oküler yakınma veya bulgu olduğu gözlendi. Ortalama GKZ hastalarda 8.40 saniye kontrollerde ise 11.76 saniye olarak saptandı. Fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Schirmer testi rozasealı olgularda ortalama 10.02 mm, kontrollerde ise ortalama 12,41 mm olarak bulundu ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi. Gözyaşı kristal izasyon testinde olgularda %39.2 oranında en çok Tip 2, kontrollerde %43.3 oranında en fazla Tip 1 ile uyumlu sonuçlar elde edildi. Fakat sonuçlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Demodex folliculorum, olgularda %51.2 kontrollerde ise %23.3 oranında pozitif bulundu. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Çalışmada elde edilen bulgular rozasealı hastalarda göz tutulumuna yüksek oranda rastlandığını göstermektedir. Bu hastalarda yüksek oranda Demodex folliculorum saptanması nedeniyle, bu parazitin oküler tutulumun patogenezinde rolü olabileceğini düşündük.